İYİ Parti lideri Meral Akşener, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamada bulundu. Akşener, "Bir idarecinin, vatandaşlarıyla helalleşmesi, istifa ederek, hesap sorarak, sorumluları görevden alarak olur. Cürmün ve haramın, helalleşmesi de olmaz" ifadelerini kullandı.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, canlı yayında önemli açıklamalarda bulundu.
Akşener'in gündeminde deprem ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Helalleşme" açıklamaları vardı.
İYİ Parti lideri, "Bir idarecinin, vatandaşlarıyla helalleşmesi, istifa ederek, hesap sorarak, sorumluları görevden alarak olur. Bunları yapmayıp, üstüne de helallik istemek, halkla ilişkiler kampanyasından başka bir şey değildir" diye konuştu.
Akşener, "Cürmün ve haramın, helalleşmesi de olmaz" dedi.
"SİNAN ATEŞ’İN KATİLLERİNİN, PEŞİNİ BIRAKMAYACAĞIMA, SÖZ VERMİŞTİM"
Akşener'in açıklamaları şu şekilde:
"Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Başkent’in göbeğinde;
Bir evlada, bir babaya, bir eşe, bir kardeşe;
Sinan Ateş’e kıyılmasının üzerinden, tam 61 gün geçti.
Aşağılık bir suikastın, faillerinin,
ellerini kollarını, sallayarak gezdiği;
ve hiç kimsenin, bu hainleri bulmak için,
kılını bile kıpırdatmadığı;
tam 61 günü, geride bıraktık.
Devleti yönetenlerin,
mafyalara, simsarlara, uyuşturucu kaçakçılarına,
bir kez daha, boyun eğen acizliğiyle;
tam 61 gün geçirdik.
Geçen bu 61 günde;
Adaletsizlik, daha da derinleşti.
Hukuksuzluk, daha da belirginleşti.
Arsızlık, daha da normalleşti.
Değerli dava arkadaşlarım;
Daha önce de, bu kürsüden söylemiştim:
“14 Mayıs’a kadar, her konuşmamda;
Sayın Erdoğan’a, aynı soruyu soracağım.” demiştim.
Sinan Ateş’in katillerinin, peşini bırakmayacağıma, söz vermiştim.
Adalet yerini bulana kadar, her hafta,
Sinan Ateş’i hatırlatacağıma söz vermiştim.
Bu adaletsizlik karşısında, asla susmayacağıma, söz vermiştim.
Nitekim bugün, ben yine, bu sözün gereğini yapacağım.
Sayın Erdoğan!
Peki ya sen?
Haksızlığa boyun eğmeğe, devam edecek misin?
Adaletsizliğe teslim olmaya, devam edecek misin?
Vicdansızlığa sahip çıkmaya, devam edecek misin?
61 gün oldu Sayın Erdoğan!
Dile kolay, tam 61 gün…
Kuklalar tutuklandı;
kuklacılar serbest.
Maşalar tutuklandı;
maşayı tutanlar serbest.
Tetikçiler tutuklandı;
azmettirenler serbest…
Oysa, yargının görevi,
herkesin bildiği gerçekleri, gizlemek değil;
o gerçeklere, herkesten önce ulaşıp,
hakikati ortaya çıkarmaktır.
Ancak maalesef;
Katilleri kaçıranlar,
telefonla, talimat verenler,
suçluları, koruyup kollayanlar,
henüz davada, şüpheli bile değil.
Sinan Ateş’in ailesinin bildiği gerçekler,
Yakın çevresinin bildiği gerçekler,
Hepimizin bildiği gerçekler,
Henüz daha, yargının, gündeminde bile değil…
Yazıklar olsun!
Ülkemizi içine hapsettiğin, tek adam sisteminde,
görevini yapabilen, tek bir kurum bile kalmadı.
Her kurumun;
amiri de sensin, memuru da sensin, denetçisi de sensin.
Hal böyleyken, ben de sana soruyorum, Sayın Erdoğan:
Söylesene;
yargının işini yapmasına, neden engel oluyorsun?
Söylesene;
kimden, kimlerden korkuyorsun!
Söylesene;
Sorumluluktan kaçarak, olanları,
örtbas edebileceğini mi sanıyorsun?
Eğer öyleyse;
Şimdiden söyleyeyim, çoook yanılıyorsun.
Çünkü biz;
Adalet yerini bulana kadar;
unutmayacağız, unutturmayacağız.
Bu cinayetin, asıl sorumluları, ortaya çıkana kadar;
unutmayacağız, unutturmayacağız.
Banuçiçek’le, Bengisu’nun, göz yaşları dinene kadar,
unutmayacağız, unutturmayacağız.
And olsun, şart olsun ki;
Sinan Ateş’i unutmayacağız, unutturmayacağız.
Çevrilmek istenen dümenleri kabullenmeyeceğiz!
Gerçekler ortaya çıkana kadar,
bu olayın peşinde olacağız!
“EV DİYE MEZAR YAPILMASINDA PAYI OLAN HERKES FELAKETTEN SORUMLUDUR”
Aziz milletim;
İktidarın neden olduğu, büyük felaketin,
yüreklerimizde açtığı yara, her geçen gün daha da belirginleşiyor.
Ailesinden, evinden, işinden, aşından olan vatandaşlarımız;
yaşadıklarını anlatmak, seslerini duyurmak için çabalıyor.
Biz de;
Bu sesleri duyurmak, yaraları sarmak için,
tüm zorluklara, tüm acılara rağmen,
milletçe, omuz omuza, yılmadan çalışıyoruz.
Ancak, gerçekleşen her artçı sarsıntıda,
yaşadığımız büyük felaketi, maalesef tekrar tekrar hatırlıyoruz.
Ülkemizin bir gerçeği olan, deprem riskine karşı,
ne kadar da, hazırlıksız bırakıldığımızı hatırlıyoruz.
Türkiye’yi yönetenlerin, can güvenliğimizi,
ne kadar da, önemsemediğini hatırlıyoruz.
Kendini devlet yerine koyanlara,
ne kadar da, güvenmediğimizi hatırlıyoruz.
Peki, tüm bu güvensizliğe sebep olanlar ne yapıyor?
Sorumluluktan kaçmaya, devam ediyor.
Biz, milletçe, hükümetin neden olduğu, bu büyük felaketi,
iliklerimize kadar hissediyoruz.
Ama tek bir hükümet yetkilisi, tek bir siyasi, tek bir bürokrat bile,
bu hissettiklerimizi hissetmiyor.
Hâlbuki;
Depreme karşı hazırlık yapmayanlar,
meydana gelen felaketten, sorumludur.
Kurallara, kanunlara, aykırı bina yapanlar,
yapılmasına, izin verenler,
yapılanları, imar affıyla affedenler,
yandaş müteahhitleri besleyenler,
meydana gelen felaketten, sorumludur.
Milletimize, “ev” diye, “mezar” yapılmasında,
payı olan, imzası olan, talimatı olan herkes,
bu büyük felaketten sorumludur.
Afet bölgesi adı altında,
âdeta, bir suç mahalliyle karşı karşıya kalmamıza,
sebep olan herkes sorumludur.
Depremden sonra, 72 saat boyunca;
milletimizin yardımına gidemeyenlerin,
organize olamayanların,
koordinasyonu sağlayamayanların,
Saray korkusuyla karar alamayanların,
Onun yerine de;
sivil toplumla kavgaya tutuşanların,
birbirinin söylediğini yalanlayanların,
interneti kesip, kapılara polis gönderenlerin,
tamamı sorumludur.
Hele ki;
Sırf, şahsi emellerini gerçekleştirmek için,
başımıza ucube bir sistemi bela edip,
tüm bu keşmekeşin, esas müsebbibi olan, Bay Kriz,
baş sorumludur!
“TÜM ALGI OPERASYONLARINA RAĞMEN, GERÇEKLERİ DEĞİŞTİREMİYOR”
Değerli dava arkadaşlarım;
Son 20 yıldır, öyle bir zihniyetle mücadele ediyoruz ki…
Gerçekten ibretlik.
Bu zihniyetin sahipleri;
tüm sorumsuzluklarına rağmen;
hiç mi hiç utanmıyorlar.
Tüm beceriksizliklerine rağmen;
hiç mi hiç yüzleri kızarmıyor.
Tüm hatalarına rağmen;
aralarından bir kişi bile, istifa etmiyor.
Oysa, sorumluluk hissedenler ne yapar?
İstifa ederler.
Hukuk önünde hesap verirler.
Yani, görev ve sorumluluklarının, gereğini yaparlar.
Sorumlu olanlardan, beklenen şey budur.
Peki Bay Kriz ve arkadaşları ne yapıyor?
Her şeyini kaybetmiş vatandaşlarımızın, gözünün içine baka baka,
Utanmadan, kampanya yapıyorlar.
Utanmadan, propaganda yapıyorlar.
Utanmadan, yalan söylüyorlar.
Bu artık, bir algoritma haline geldi…
İktidarın beceriksizliği nedeniyle, başımıza gelen her felakette;
Önce, Sayın Erdoğan, televizyona çıkıp;
Milleti tehdit etmeye, suçlamaya başlıyor.
Her gün, ama her gün, durmadan;
bağırıyor, çağıyor, hakaret ediyor.
Doğruları konuşanları bastırmaya, gerçekleri susturmaya çalışıyor.
Yetmiyor, hemen gidip, sosyal medyayı kısıtlıyor.
Sonrasında ise, baktı olmuyor.
İşler istediği gibi gitmiyor.
Anketler istediği gibi gelmiyor.
Tüm algı operasyonlarına rağmen, gerçekleri değiştiremiyor.
Bu sefer de, yeniden ekranlara çıkıyor;
Ve helallik istiyor…
Ne kendisinin, ne bir bakanın, ne de tek bir bürokratın,
sorumluluk almadığı yerde,
çıkıp, bir de utanmadan, sorumluluğu, vatandaşa yıkıyor.
Sayın Erdoğan!
Yeter artık!
Depremin üstünden, 23 gün geçti.
Sen ilk gün, ne dedin?
“Günü geldiğinde, şu anda tuttuğumuz defteri açacağız.” dedin.
Yani;
bu aziz milleti, düpedüz tehdit ettin.
Şimdi hangi yüzle, çıkıp da, helallik istiyorsun?
Daha dün, milletimize,
“Bunlar kader planında olan şeyler…” diyordun…
Bugün çıkmışsın, utanmadan, onlardan, helallik istiyorsun.
Daha dün, insanlarımıza,
“ahlaksız, namussuz, adi” diyordun…
Bugün, çıkmışsın, utanmadan, onlardan helallik istiyorsun.
Daha dün, feryat eden depremzedelere,
“hain” diyordun.
Bugün, çıkmışsın, utanmadan, onlardan helallik istiyorsun.
Hem de;
Adıyamanlı mazlum ve mahrum kardeşlerimizi,
üç gün boyunca, enkazın altında, ölüme terk ettiğin için,
helallik istiyorsun.
Üstelik, bunu da;
Sanki önemsiz bir şeymiş gibi,
Sanki randevun varmış da, 5 dakika gecikmişsin gibi,
Sanki borcun varmış da, bir iki gün geç ödemişsin gibi söylüyorsun…
Ayıptır, günahtır.
"HELALLEŞMESİ İSTİFA EDEREK, HESAP SORARAK OLUR"
Bak Sayın Erdoğan:
Bir Cumhurbaşkanının, vatandaşlarıyla helalleşmesi,
ancak, makamın gereğini yapmakla olur.
Ahlak ve erdemin gereği budur.
Bir idarecinin, vatandaşlarıyla helalleşmesi,
istifa ederek, hesap sorarak, sorumluları görevden alarak olur.
Bunları yapmayıp, üstüne de helallik istemek,
halkla ilişkiler kampanyasından başka bir şey değildir.
Ayrıca, cürmün ve haramın, helalleşmesi de olmaz.
Her gün ekranlarda gördüğümüz enkazlar,
aynı zamanda, bu iktidarın suçlarının enkazıdır.
Hükümetin Başı’nın, cürümlerinin ve haramlarının enkazıdır.
Bu ucube sistemin neden olduğu, büyük yıkımın enkazıdır.
Bir Allah’ın kulunun bile,
sorumluluk alıp, istifa etmediği yerde, helallik istemek,
Yüce Allah’ın, “Adil olun.” emrine, apaçık isyandır.
Ama illaki, helallik almak istiyorsan;
Oturduğun yerden, kürsülerden, poz vererek olmaz.
Gideceksin;
bizzat vatandaşlarımızdan, helallik isteyeceksin.
Öyle korunaklı, çadır tiyatrosu mizansenleriyle olmaz.
Eğer illaki, helallik almak istiyorsan;
Gideceksin;
Maraş’ın tam merkezinde,
15 saat boyunca, enkaz altında kalan yavrusunun,
elini tutup, vinç beklerken,
rahmetli olmasını, izlemek zorunda kalan,
babadan helallik isteyeceksin.
Eğer illaki, helallik almak istiyorsan;
Gideceksin;
Adıyaman’ın merkezinde, enkazın içinden,
“Soluyoruz, AFAD nerede?” diye, sesli mesaj gönderen mazlumların,
ailesinden helallik isteyeceksin.
Eğer illaki, helallik almak istiyorsan;
Gideceksin;
Malatya’da, tarım arazilerini, 15 yıl önce imara açıp,
bugün, mezara çevirenlerin, yaptığı binalarda,
25 saat boyunca, enkaz altındaki analarının sesini duyup,
ellerinden bir şey gelmeyenlerden, helallik isteyeceksin.
Eğer illaki, helallik almak istiyorsan;
Gideceksin;
Üç gün boyunca, kepçe gitmeyen, vinç gitmeyen,
bir taraftan soğuk,
diğer taraftan da, çapsız ve liyakatsiz bir yönetimin,
berbat organizasyonu yüzünden, hayatını kaybedenlerin,
yakınlarından helallik isteyeceksin.
İste de gör bakalım, Sayın Erdoğan!
"TEBESSÜME, MUHTAÇ ETTİĞİN MİLLETİMİZDEN, HELALLİK ALAMAZSIN"
Helallik alabiliyor musun, görelim bakalım.
Çünkü, bu kadar cürmün, yanlışın ve haramın olduğu yerde,
en son kullanılacak kelime, helalleşmedir.
Meydanlarda, sadaka verir gibi para dağıtarak, helallik alamazsın.
Kameralar karşısında, buz gibi havada,
sırtına, mont bile vermediğin çocuklarımızı,
kendine zırh yaparak, helallik alamazsın.
Paranın kölesi olan yandaşlarının,
bekçiliğini yaparak, helallik alamazsın.
Adıyaman’a, senin getiremediğin vinci, bulup da getiren,
ama “valin” izin vermediği için, ailesine yetiştiremeyen Nehir’den,
helallik alamazsın.
Enkaz altındaki yakınlarının,
gün geçtikçe azalan seslerini dinleyenlerden, helallik alamazsın.
Kimsesiz kalan çocuklardan, helallik alamazsın.
Evladını kurtarmak için, yüzlerce kiloluk betonları,
tek başına kaldırmaya çalışanlardan, helallik alamazsın.
Takdiri çok gördüğün sağlıkçılardan, helallik alamazsın.
Hayallerini yıktığın gençlerden, helallik alamazsın.
Çaresizliğe mahkûm ettiğin annelerden, helallik alamazsın.
Cenazesine kefen arayan babalardan, helallik alamazsın.
Sevdiklerini battaniyeyle gömenlerden, helallik alamazsın.
Tuvalet için, hijyen malzemesi için çırpınanlardan, helallik alamazsın.
Günahına girdiğin, nice masumdan, helallik alamazsın.
Dondurucu soğukta, bir çadır peşinde günlerce koşanlardan, helallik alamazsın.
Bir damla huzura, iki dirhem tebessüme,
muhtaç ettiğin milletimizden, helallik alamazsın.
Olmaz.
Böyle yüzsüzlük, böyle utanmazlık, böyle terbiyesizlik olmaz, olamaz!
Sen haram içinde sefa sürerken, dar günde tek başına bıraktığın milletimizden,
şimdi çıkıp da, helallik alamazsın Sayın Erdoğan!
Ama illaki, helalleşmek istiyorsan,
Ben sana yolunu söyleyeyim.
Siyasetçi, milletiyle televizyon karşısından attığı nutukla helalleşmez.
Siyasetçi, milletiyle sandıkta helalleşir.
Madem helallik alacaksın;
o zaman önce, aziz milletimizin önüne, sandığı getireceksin,
helalliği de, öyle isteyeceksin.
Sandığı getireceksin, milletimiz sana ne diyecek göreceksin.
Öyle televizyonlardan üfürmekle olmaz.
Halep oradaysa, arşın burada.
Madem helallik alacağına eminsin;
O zaman derhal sandığı getireceksin!
"155 YILLIK HİLAL-İ AHMER, YANİ KIZILAY’IMIZDA YAŞANANLARA BAKIN"
Aziz milletim;
Bir ülkede, demokrasinin gelişmesinin önündeki, en ciddi sorun,
ülkeyi yönetenlerin, ahlaki olarak çökmeleridir.
Çünkü, demokrasinin, kavramsal temelinde,
erdem vardır, ahlak vardır.
Ahlak olmayan yerde, demokrasi gelişmez.
Ahlak olmayan yerde, yürütme erki, çürütme erkine dönüşür.
Hükümetin Başı da, yürütmenin başı değil, çürütmenin başı olur.
İşte bugün yaşadıklarımız da, tam olarak budur.
Demokrasimizin önündeki en büyük pranga haline gelen,
Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile birlikte,
ülkemizin yaşadığı en temel sorunlardan biri,
ahlak sorunudur.
Mesela;
Üç kuruş fazla para kazanmak için,
çürük binalar yapılmasına, izin vermek;
sadece bir yönetim sorunu değil;
aynı zamanda, bir ahlak sorunudur.
Mesela;
Deprem riski apaçık ortadayken,
rant sevdasına, bu riski görmezden gelmek;
sadece bir cehalet sorunu değil;
aynı zamanda, bir ahlak sorunudur.
Mesela;
Vatandaş, çürük çarık binalarda otururken,
İskenderun Devlet Hastanesi’nin yıkım kararı, 10 yıl önce verilmişken,
yenilerini inşa etmeyip, onun yerine,
kendine saraylar, konaklar yapmak, arabalar, uçaklar almak;
sadece bir israf sorunu değil;
Aynı zamanda, bir ahlak sorunudur.
Mesela;
Yardım için, seferber olan belediyelerimize;
“Siz kimsiniz?” demek;
sadece bir kibir sorunu değil;
Aynı zamanda, bir ahlak sorunudur.
Mesela;
Binlerce depremzede kardeşimiz soğukta beklerken,
kendi vatandaşına çadır satmak;
sadece bir organizasyon sorunu değildir.
Bu, düpedüz bir ahlak sorunudur!
155 yıllık Hilal-i Ahmer, yani Kızılay’ımızda yaşananlara bakın.
Hilal’e adanmış tüm hayatların anısına çalışan, Türk Kızılay’ı;
bunların elinde zaten, bir “naylon bağış” kurumuna dönüşmüştü.
Belli ki, bu da yetmemiş olacak;
gelinen noktada, tam anlamıyla, paravan bir şirket olmuş.
Ecdat yadigarı, kötü gün dostu, iyiliklerin sembolü, Türk Kızılay’ı;
tümüyle yozlaşmış, çürümüş, bir yer hâline gelmiş.
Memleketin, yarasını saracağına, çadır tüccarı olmuş.
Düşünebiliyor musunuz?
Deprem olmuş.
İnsanlarımız, 20 gündür çadır bekliyor.
Kızılay ise, deposunda, çadır stoklayıp satıyor.
Böyle bir kepazelik olabilir mi?
“Gıda stoklanıyor.” diye, memleketi birbirine kattınız.
“Soğan stokluyorlar.” diye, depoları bastınız.
“Patates stokluyorlar.” diyerek, milleti suçladınız, “terörist” ilan ettiniz.
Peki şimdi, çadır stoklayan Kızılay’a, ne diyeceksiniz?
Kızılay’ın deposunu da basıp, çadırlara el koyacak mısınız?
Stokçu diye, Kızılay Başkanı’nı da, “aldıracak” mısınız?
Kardeşlerim;
Biz Kızılay’ı, her felakette ısıtan, battaniye diye biliriz.
Biz Kızılay’ı, aç karınları doyuran, ana şefkati diye biliriz.
Biz Kızılay’ı, vatana duyulan, sevginin kalbi,
yaralılara uzanan, yardım eli diye biliriz.
Biz Kızılay’ı, kötü gün dostu biliriz.
Peki “Ak-Kızılay” ne yaptı?
Milletimizin, topyekûn darda olduğu bir günde;
milletimizin, soğuktan donduğu bir günde;
tüm Türkiye’nin, seferber olduğu bir günde;
Alın teri ile emanet edilen, milletin helal yardımlarını,
ticari bir şirket gibi, utanmadan satışa çıkarttı.
Yabancı ülkeler, hiçbir karşılık beklemeden,
arama kurtarma ekipleri gönderdiler.
Düşman diye kötülenenler, seferber olup, yardıma koştular.
“El oğlu” dediklerimiz, milyarlarca lira, yardım parası topladılar.
Ama bu ülkenin Kızılay’ı, utanmadan, kendi vatandaşına, çadır sattı.
85 milyon tek yürek oldu.
Ama bu ülkenin Kızılay’ı, kendi vatandaşına, çadır sattı.
İnsanlarımız, geceleri, eksi 18’lere varan soğukla, mücadele ederken,
Türkiye’nin her köşesinde, milletimizin uykuları kaçtı.
Ama bu ülkenin Kızılay’ı, kendi vatandaşına, çadır sattı.
Herkesin aklı da, fikri de, deprem bölgesindeydi.
Ama;
Sivil toplum kuruluşları, yardım yaptığı için sorgulandı.
İnsanlarımız, devletin kurumlarına, güvenmiyor diye suçlandı.
Ve bu ülkenin Kızılay’ı da, kendi vatandaşına çadır sattı.
Bu ahlaksızlığa,
Bu alçaklığa,
Bu rezalete,
şaşıranlar olduğunun farkındayız.
Ama biz, hiç şaşırmadık.
Neden şaşıralım?
Geçtiğimiz sene, kendi yargısının bağımsızlığını, ihlal edip,
Kaşıkçı Davası’nı Suudi Arabistan’a satan;
yine bu hükumet değil miydi?
Memleketi, sığınmacı hendeğine çevirip,
Avrupa rahatsız olmasın diye,
milletimizin huzur ve refahını, satılığa çıkaran;
yine bu hükumet değil miydi?
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını, ev karşılığında, yabancılara satan;
yine bu hükumet değil miydi?
Çukurova’nın tertemiz toprağını, İngiltere’den gelen çöpleri gömmek için satan,
yine bu hükumet değil miydi?
"O HÂLDE, SİZE NE GEREK VAR?"
İşte o nedenle biz;
Kızılay’ın, bu ülke insanı için ürettiği çadırları,
depremzede vatandaşına satmasına, hiç mi hiç şaşırmıyoruz.
Çünkü, Sayın Erdoğan’ın dünyasında,
bu ülkenin, satılık olmayan hiçbir değeri olmadığını,
çok iyi biliyoruz.
Nitekim;
bir de çıkıp;
“Büyütülecek bir hadise değil.
Günün sonunda, vatandaşımıza hizmete gitmiş." diye,
utanmadan, açıklama yaptılar.
Vatandaşa kim hizmet etmiş?
Yine vatandaşın kendisi…
Para kimin parası?
Milletin parası…
İşsizlikten kıvranan, gençlerimizin parası…
Mutfağı alev almış, annelerin parası…
Geçinemeyen, emeklinin parası…
Tarlasını süremeyen, çiftçinin parası…
Hayatta kalma mücadelesi veren,
esnafın, memurun, asgari ücretlinin parası…
Madem, hizmet milletin, para milletin.
O hâlde, sizin ne göreviniz var?
O hâlde, sizin ne işiniz var?
O hâlde, size ne gerek var?
Madem millet, başının çaresine bakmak zorunda;
En azından, gölge etmeyin.
Madem hiçbir işe yaramıyorsunuz;
O zaman, bir zahmet istifa edin.
Madem, ülke yönetmekten acizsiniz;
Bari, milletin asabını, daha fazla bozmayın.
Al bayrağımız gibi kıymetli bildiğimiz,
Kızılay’ın sancağını, daha fazla kirletmeyin.
Her dönem gururumuz olan Kızılay’ı, daha fazla lekelemeyin.
Ahlaksız, şuursuz ve arsız yönetim anlayışınızla,
el attığınız her kurumumuzu, delik deşik ettiniz.
Bari Türk Milleti’nin, “Vicdan Kalesi”,
Kızılay’ın surlarında, gedik açmayın.
Aziz milletim;
Biz, İYİ Parti olarak;
Kurulduğumuz günden beri, ciddiyetin, kıymetinden söz ediyoruz.
Kurulduğumuz günden beri, liyakatin, öneminden bahsediyoruz.
Kurulduğumuz günden beri, devletteki kurumsal çürümeye, dikkat çekiyoruz.
Bu ucube yönetim sisteminin;
her geçen gün, yolsuzluğun, hırsızlığın, liyakatsizliğin,
önünü açtığını söylüyoruz.
Nitekim;
Hepimizin içini yakan, deprem felaketinde de,
maalesef, tüm bu işaret ettiklerimizin sonucunda,
binlerce canımızı, yitirişimizi gördük.
Devletimizin, en önemli kurumlarının,
AK Parti’nin, arka bahçesi olduğuna, şahit olduk.
Hükümetin Başı’nın ve liyakatsiz ekibinin,
Türkiye’yi yönetemediğini, tüm çıplaklığıyla izledik.
21 yıllık iktidarın getirdiği, bu yozlaşma,
artık hepimizi boğuyor.
Kurumlarımızın, içini boşaltarak,
nefsini doyurmaya çalışanların, bu açlığı,
artık hepimizi kemiriyor.
Hâlden anlamayan, empati kuramayan,
hamasetten başka, hiçbir şey yapmayan, bu bezirgan saltanatı,
artık hepimizi etkiliyor.
Kerim devlet anlayışımızdan, bir türlü nasiplenemeyenlerin,
neden olduğu, devasa yıkımın sonuçları,
artık her alanda, karşımıza çıkıyor.
Ancak, her şeye rağmen, biz, İYİ Parti olarak;
Ak Parti iktidarının, neden olduğu bu enkazı,
milletimizle birlikte kaldırmamız gerektiğinin, farkındayız.
Sadece sorunları konuşup, kısır tartışmalarla, vakit geçirerek,
hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimizin de farkındayız.
Bu yüzden biz;
yangından mal kaçırmak için değil,
yangını söndürmek için buradayız.
Nitekim, tam da bu nedenle;
Depremin olduğu, ilk günden itibaren,
sahada vatandaşlarımızla birlikteydik.
Afet Koordinasyon Merkezi’mizin, çatısı altında;
Arama kurtarma ekipleri kurduk, enkazdan insanlarımızı çıkarttık.
Bölgedeki ihtiyaçları tespit ettik, yardımlarımızı yönlendirdik.
Vatandaşlarımızla birlikte oluşturduğumuz, yardım tırlarını,
depremzede kardeşlerimize ulaştırdık.
Sahra hastaneleri kurduk.
Aşevleri kurduk.
Seyyar tuvaletler, çadırlar götürdük.
Açıkta kalan insanlarımızı, bölgeden tahliye ettik, konaklama sağladık.
Hâlâ birçok arkadaşımız, deprem bölgesinde, çalışmaya devam ediyor.
Hâlâ ihtiyaçlar tespit ve temin ediliyor.
Gençlik teşkilatlarımız, pedagogların tavsiyeleri üzerine,
depremzede çocuklarımız için,
motivasyon etkinlikleri düzenliyor.
Üstelik;
amacımız sadece, şu anki yarayı kapatmak değil.
İleride, yeni yaraların açılmasını önlemek için de, durmadan çalışıyoruz.
Bu depremin ülkemizin,
demografik yapısını değiştirmemesi için,
ne yapılması gerektiğini söylüyoruz.
Üniversitelerin kapatılmamasını, eğitime ara verilmemesini,
Depremzede vatandaşlarımızın, barınmasını sağlamak için,
KYK yurtlarını kapatmadan, başka çözüm yollarının da,
mümkün olduğunu anlatıyoruz.
Nitekim;
Geçtiğimiz hafta da, bu kürsüden sizlere;
Tüm gözlemlerimizin, tüm çalışmalarımızın sonucunda hazırladığımız;
“Acil Eylem Planımızdan” ve “İnsani Sanayi Bölgeleri” projemizden bahsettim.
Tarımdan sağlığa, sanayiden istihdama,
eğitimden, kurumsal kapasitenin güçlendirilmesine,
sığınmacılardan, barınma sorununa kadar;
hayati önem taşıyan, bir çok alanda,
kısa, orta ve uzun vadede, ne yapılması gerektiğini,
ortaya koyduğumuz anlattım.
Ne var ki;
Geçen 1 haftalık zaman diliminde,
iktidar partisinden hiç kimse,
bu çözüm önerilerini merak etmedi.
Hatta, meclise sunduğumuz teklifi,
el birliğiyle reddettiler.
Kendilerine ait, somut bir eylem planını ise,
uygulamaya koymadılar.
Onun yerine;
her zamanki gibi,
öfke saçtılar, nefret saçtılar, nifak soktular.
Yani milletimizi, yine ve yeniden,
sorun yumaklarıyla, bir başına bıraktılar.
"BUGÜN, BİR YOL AYRIMINDAYIZ"
Tüm süreç boyunca,
enkazı kaldırmak için çırpınan milletimiz, karşısında,
attığı her adımda, yeni enkazlar bırakan,
liyakatsiz bir hükümet buldu.
Başımıza bela edilen, bu ucube sistemin, neden olduğu,
bir yönetim krizinin, tam ortasında kalan insanlarımız;
umutsuzluğa düştü, çaresizliğe kapıldı,
kendini yapayalnız hissetti.
Ancak her şeye rağmen, vazgeçmedi.
Birbirine el uzatmaktan, vazgeçmedi.
Bölmek, ayırmak, ayrıştırmak isteyenlere inat,
omuz omuza verdi, kötülüğe karşı, iyilikte birleşti.
Millet olmak ne demek, cümle aleme gösterdi.
Bu yüzden, hiç kimse merak etmesin;
Bu zorluğu da, hep birlikte atlatacağız.
Yaralarımızı, hep birlikte saracağız.
Milletçe el ele verecek ve mutlaka iyileşeceğiz.
Değerli dava arkadaşlarım;
Bugün, bir yol ayrımındayız.
Bugün, ateşten bir imtihanla, karşı karşıyayız.
Bugün, bir seçim yapmak zorundayız.
Ya millet yolunda, başımız dik yürüyeceğiz;
Ya da, milletin geleceğini, kumar masalarında harcayanlara,
müsaade edeceğiz.
Ya, ateşten bir gömleği eğnimize giyip,
bu imtihandan geçeceğiz;
ya da, yüreksizce, kül olup gideceğiz.
Ya Cumhuriyetin yeni asrında,
ışıl ışıl yeni bir tarih yazacağız;
Ya da, dayatmalara boyun eğip,
Türkiye’ye biçilen trajediyi, en ön sıradan izleyeceğiz.
Ya beyaz zambaklara, can suyu vereceğiz;
Ya da, önümüze konan, gazap üzümlerine, razı olacağız.
Bu vesileyle, buradan, önümüzdeki bu ateşten imtihanı,
parti içi mesele, ya da, yazıhane muhabbeti olarak görenlere,
seslenmek istiyorum.
Bunu herkes, üzerine alsın ve çok iyi düşünsün.
Ve kimse unutmasın:
Bazen gerçek komutan olmak için, apoletlerden vazgeçmek gerekir.
Sahici bir mücadele için, önce kendinle barışmak gerekir.
Küçük hesapları bırakıp, büyük resmi, gerçek tehlikeyi, görmek gerekir.
Bizim seçimimiz, dün de belliydi, bugün de belli.
Bizim yolumuz, dün de aynıydı, bugün de aynı.
Karşımıza, kim dikilirse dikilsin;
Önümüze, ne çıkarsa çıksın;
Bizim itirazımız, bizim mücadelemiz,
dün de aynıydı, bugün de aynı!
Ve şanlı yumruğumuz;
Dün de havadaydı,
bugün de, evelallah havada!
Çünkü;
Kızılay, çadır tüccarı haline gelmiş,
Yürütmenin başı, çürütmenin başı olmuşsa;
Merkez Bankası, kendi ülkesinin hazinesine, para bağışlıyor,
televizyonlardan, gerine gerine, yardım yapanlar,
daha 1 gün geçmeden, faiziyle teşvik alıyorsa;
21 yılını, beton dökerek geçirenler,
beton altında bırakılan, koca bir ülkeye,
yeni betonlar vadedebiliyorsa;
Evladını yitirmiş insanlarımızın, haklı serzenişleri,
sarayın, riyakar duvarlarını, aşamıyorsa;
Hiçbir yapılanın, hesabı verilmiyor,
hesap sorandan, hesap soruluyor,
İktidar, soru soranları, kendi sorgu odalarına alıyorsa;
“Devlet nerede?” diyen vatandaşın,
önüne soba geleceğine,
kafasına sopa geliyorsa;
Artık, başka bir şey söylemek lazımdır.
Artık, bir seçim yapmak lazımdır.
Artık, kişisel hesapları bırakıp,
millet için, memleket için, gerekeni yapma zamanıdır.
Çünkü, tüm bu olan bitenler;
21 yıllık bir gafletler zincirinin, bileşkesinden doğan;
beceriksizliği ve akılsızlığı, artık aşmış;
vicdanla ve insanlıkla ilişkisini, artık tamamen kesmiş;
organize bir kötülükle, itinayla yoğrulmuş;
devasa bir ihanet şebekesiyle, karşı karşıya olduğumuzu,
tüm çıplaklığıyla anlatmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, 21 yıldır yöneten hükümet,
tüm kurum ve kuruluşları yıkmış,
amacından saptırmış,
ve onları, kendi şeytani emelleriyle,
bozarak, yok etmiştir.
İktidar organları artık,
Bu ihanet şebekesinin elinde, terse çalışan bir saat,
Yanlış yönü gösteren bir pusula,
Yiyeni şeytanlaştıran, zehirli bir meyve ağacıdır.
Ve bugün;
100 yıl sonra, bir defa daha,
Vatanın bütünlüğü, milletin selameti ve istiklâli tehlikededir.
Saray hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getiremez haldedir.
Hükümetin Başı, gaflet ve dalalet içinde aldığı her kararla,
memleketi uçuruma sürüklemektedir.
Ve aynı 100 yıl önce olduğu gibi, bugün de;
Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
O karar da;
3-5 kişiyle değil, milletçe verilecek ve uygulanacaktır.
Kişilerin kaprisleri değil, milletin iradesi tecelli edecektir.
Onun bunun değil, milletin dediği olacaktır.
Ve kimsenin endişesi olmasın;
Kazanan mutlaka Türkiye olacaktır!
Toplantımızı şereflendirdiniz.