Tarihin başlangıcından itibaren insanlar birbirleriyle kavga etmiş, sürekli savaşmıştır.
Savaşın olmadığı yüzyıl yok gibidir.
Bunun nedenine baktığımızda insanın güvensizliğini ve doğa karşısında zayıflığını görmek mümkün.
Pagan dönemde, dinlerin ortaya çıktığı dönemde, insanın ilkel döneminde olsun bu yapı hiç değişmemiştir.
İnsan ilkelliği yüz binlerce yıldır hiç değişmemiştir.
Bugüne gelecek olursak, etrafımıza baktığımızda çok çeşitli fikirlerin insanlar tarafından savunulduğunu ve bazı fikir sahiplerinin fikri için canını vermeye hazır olduğunu görüyoruz.
Oysa fikir denilen şey, tarihin belli dönemlerinde belli olayların ve kişilerin ortaya çıkması ve toplumu etkilemesiyle oluşmuş izafi kavramlardır.
Buna böyle bakıldığında, dün çok gerçekçi sanılan fikirlerin bu gün geçerli olmadığını görüyoruz.
Bu gün geçerli olanlarında yarın geçerli olmayacağını bilmemiz ve kabul etmemiz gerekiyor.
Bir fikrin sahibi ''tek doğru benim savunduklarımdır, bunun dışındaki fikirlerin tamamı boştur geçersizdir'' dediği anda o fikrin sahibine insanlık baskıcı diktatör faşist damgasını vurmuştur.
İşin doğrusu da budur.
Tarihe baktığımız da sağcılık veya solculuk adı altında ortaya çıkan bu tür baskıcı fikirlerin insanlığı kan ve gözyaşına boğduğuna şahit oluyoruz.
Bundan dolayı insanlık bunu görmüş ve ''tek doğru benim'' diyen baskıcı despot, faşist ve dinci anlayışları demokrasi taçlandırmasına mahkum etmiştir.
Bugünde dünya üzerinde yaşayan baskıcı despot fikir sahipleri yaşamaya devam ediyor.
Bunun ortadan kalkması için savunulan fikirlerin bu gün için doğru olduğunu kabul ederek, topluma çözüm önerileri sunmak ve başka fikirlerin de bu günün doğruları yanında kendilerini ifade etmelerine izin vermek gerekiyor.
Eğer bunu yapmazsak, bu gün yanlış diye mahkum ettiğiniz fikirlerin sahipleri yarın doğru olarak görüldüğüne aynı muameleyi karşısında ki fikre uygulayacaktır.
Bu da toplumda düşmanlığı teşvik edecektir.
Bundan dolayıdır ki, Fransız ihtilaliyle birlikte dinlerin siyaset içinde olmasına bir set çekilmiş ve ''din devlet işlerine karışmasın'' denilmiştir.
Bunun nedeni ise, bu gün savunulan fikirler yarın yanlıştır tezini, dinler işin içine girdiğinde söylemenin zorluğu bilindiği içindir.
Çünkü bütün dinler ''Allah tarafından vahiy yoluyla geldiğini ve tek doğrunun kendisi olduğunu'' iddia eder. (inananlar içinde bu tartışmasız böyledir)
Bunun için din adına iktidarda olduğunu iddia edenleri eleştirmek çok kolay değildir.
Çünkü o, din adına iktidar olduğunu iddia ettiği anda, eleştiri ile ilgili fikirler susar veya susmak zorunda kalır.
Sebebi ise bütün dinler kendisini tek doğru kabul eder.
İşte bu bilindiği için, 1789 Fransız ihtilalinde dini temsil edenlere;
''Ey dinle siyaset yapanlar biz sizi çok rahat eleştiremiyoruz, eleştirdiğimiz anda kutsal değerlere ve Allah'a şıh koşmakla suçlanıyoruz.
Bunun için siz siyasete karışmayın, siz Allah'la din ve ibadet yeri arasında işinizi yapınız'' denilerek laiklik kavramı önlerine bir set olarak çekilmiştir.
Bugün dinlerin dokunulmazlığı ve eleştirilemez oluşu tamamen kutsal ve tek doğru yaklaşımıyla ilgilidir.
Bu durum inananlar için de kabul edildiği için dinlerle ilgili konuları eleştirmek ve hele alay etmek, bu günün dünyasında akıllı insanların işi olmasa gerek.
Bu filmi, (Müslümanların masumiyeti) yapanların da akılları olduğunu sanmıyorum.
Bu durum da demokrasi oyunu içinde demokrasinin en temel kavramı olan eleştiriye tahammülü olmayan ve ''ben en doğruyum ve son doğruyum'' diyen anlayışların, memleket yönetme iddiası olan partilerin olmaması gerekiyor.
Bu durum biraz olsun Hristiyanlık dünyasında aşılmış olmasına rağmen, İslam coğrafyasında henüz bu yaklaşımın kapısı bile açılmamıştır.
En son bir film olayında (Müslümanların Masumiyeti) İslam dünyası ayağa kalkmış ve ortalığı kan gölüne çevirmenin bütün gayretini ortaya koymuştur.
Bu durumda ne yapılmalı?
İşte eleştirilemez ve tek doğru yaklaşımı içinde olanların demokrasi denilen çok sesli kakafoni içinde incindiğine şahit oluyoruz.
Bu durumda kutsal dinimizi ve tek doğru din olan İslamı bu kakofoniden uzak tutmak ve Allah'la kul arasında kalmasına özen göstermek gerekecektir. (Aklı olan bunu yapar, aklı olmayan ise bu filmi yapar)
Bir başka eleştiri ise ''Diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de İslam'a inananlar neden çok büyük tepki göstermedi, ortalığı ayağa kaldırmadı'' diyenler var.
Bilmiyorlar ki, bu ülkede eksik, kör, topal da olsa 1920'den beri Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri var.
1946 dan beri de, çok partili çoğulcu demokrasi işliyor.
Bizim halkımızın önüne sandık geliyor, kime kızmışsa kimden memnun kalmamışsa orada gereğini yapıyor ve sandığa gömüveriyor.
İşte bu durumdan dolayı demokrasiyi içine sindirmiş olup, ne olursa olsun sokağa çıksa bile ilkellik içinde yaşayan, demokrasi kültüründen nasibini almamış İslam ülkelerinde olduğu gibi, ilkel görüntülerin içinde olmamayı kabul etmiştir.
Birileri bizim inancımıza yanlış diyorsa veya ağır eleştirilerde bulunuyorsa demokrasi içinde ona cevap vermeyi bir kültür olarak edinmiş olmamız, bizim ülkemizin en büyük başarısı olarak toplumun vicdanına yerleşmiştir.
Bundan dolayı her kem söze söyleyecek sözümüz oluşmuştur, hoşgörümüz vardır.
Bu ülkede bunu içlerine sindiremeyenler ise çığlıklı bağırışlarının yüksek frekansı içinde yok olup gideceklerdir.