Rahmetli dedemin “velespit” deyişi hala kulaklarımda. “Babanız size velespit almıyorsa ben alayım” derdi hep. Biz torunlar, onun ne dediğini anlamaz doğruca babalarımıza koşardık: “Velespit ne demek baba?” Biraz da bizi işlettiğini, inceden dalga geçtiğini düşünürdük. Hiç alamadı. Belki köyden şehre gelmeye vakti olmuyordu belki de velespite ayıracak parası yoktu.
Daha sonraları öğrendim ki velespit, Fransızcada bisiklet demekmiş. Yaz mevsiminin en mürevveç oyuncaklarından biridir bisiklet. Kış aylarından hatta yazın bitişinden, okulların başlangıcından itibaren çocukların hayallerinin en tepesine kurulan bisiklet, yalnız çocukların değil yetişkinlerin de oyuncağı sayılabilir.
Bisiklet karne notlarıyla o kadar ilişkilendirilmiştir ki müfredattan haberi olmayan birisi bisikleti okuldaki derslerden birisi olarak pekala anlayabilir. Her ebeveyn yaz aylarında kendi çocuğunu o iki tekerlekli oyuncağın üzerinde görmeyi hayal eder. Sanki almaktan yana değilmiş gibi davranır ama sokak aralarındaki bisikletli çocukları gördüğünde içi gider. “Yaz gelse de bizimkine bisiklet alsam.” diye içlenir ama belli etmez. O vakit ağzından çıkan cümle şudur: “Karnenin hepsi beş olursa sana bisiklet alacağım.” Sözü veren baba karne serapa beş olmasa da bisiklet alacağını bilir fakat çocuk, bisiklet alınana kadar karnedeki muhtemel dört ve üçlerin kaygısını yaşar. Bu taktiğin faydası yok değildir. Sırf bisiklet için kırık notları toparlayan çocuk sayısı hatırı sayılır bir yekûn teşkil eder.
İlk bisikletime ben de bu senaryo üzerine sahip olmuştum. Yaza kadar her fırsatta işaret parmağını havaya kaldıran babam notların düzelmediğini kastederek sadece “bisiklet” derdi, ben anlaşılabilecek her şeyi anlardım. “Ya alınmazsa” diye başlayan cümlelerimin uzunluğu zihnimi doldurmaya yeterdi. Bazen bu küçük tiyatroya bisikletçi amca da katılırdı. Satıcı kendisi olmasına rağmen hak etmeden bisiklet sahibi olunmayacağını söyler benim de duyacağım bir ses tonuyla “Karnesi pekiyi gelmeyene bisiklet satmam ben!” derdi.
Karneyi alıp da koşa koşa eve gelirken düşündüğüm tek şey bisikletti. Eve geldiğimde beni bekleyen bir bisikletimin olacağı hayali biraz sonra yıkılsa da babam içimdeki hevesin sönmesine izin vermemişti. Kardeşim ve benim elimi tuttuğu gibi bisikletçiye götürdü. “Pinokyo” tarzı, arkasında bisiklet sürme sırası kendisinde olmayan için koltuğu olan bir bisiklet aldık. Bisiklet sürmesini öğrenene kadar babam kah seleden kah direksiyondan tutarak bize yardımcı oldu. Birkaç adım sonra bizi kendimize bırakınca sonuç yere yuvarlanmak olsa da öğrenmiştik. O yaz bisikleti kardeşim sürüyorsa ben arka koltuktaydım, ben sürüyorsam kardeşim arka koltuğun misafiriydi.
Büyüdükten sonra pinokyo bisiklet bizi kesmez olmuştu. Zaten vitesli bisikletler meşhurdu artık. Bir karne senesinden sonra da on sekiz vitesli bisikletin sahibi olduk. Dimdik yokuşlar bacaklarımızın hızla çevirdiği yumuşak birinci vitesinin kulu kölesi oluvermişti. Daha önce bayır yukarı çıkarken elimize aldığımız bisikletli günleri düşününce halimize şükrediyorduk.
Zamanın nasıl geçtiğine inanmak için şahide gerek yok. Daha dün bisikletli arkadaşlarımıza “Bir tur bineyim mi?” diye sorarken, kendi bisikletimizin tepesinden hava kararınca “oğlum, Allah’ın günleri çuvala girmedi ya, yarın yine binersin.” denilerek zorla indirilirken şimdi kendi kızıma bisiklet bakar oldum.
Karne zamanı yokuş aşağı inen bisikletin hızıyla yaklaşıyor. Soğuk günlerde verilen anne-baba sözlerinin vaat ettiği günler artık çok daha yakın. Karnedeki notlar her ne olursa olsun o bisikletler alınacak. Almazsanız ne mi olur? Dedelerden biri çıkar: “Babanız size velespit almıyorsa ben alayım.” der, benden söylemesi.
İhtiramat