19'uncu yüzyılın ortalarından beri Türkiye yüzünü Batı'ya döndü ve Batı burjuvazisinin değerlerini gerek devlet örgütünde gerek toplum hayatında yerleştirmeye çalıştı.

Kaçınılmaz bir durumdu bu. Yoksa imparatorluk ayakta kalamayacaktı. Gerçi Osmanlı İmparatorluğu bu çabalara rağmen başka nedenlerle çözüldü, parçalandı; ama Batı'ya benzemeye çalışan bir Türkiye, içinde birçok sorunu barındırarak ayakta kalabildi.

Aslında Batı değerlerine yönelme yalnız Türkiye'nin başvurduğu bir yol değildi. Asya'nın, Afrika'nın uzak köşelerine kadar Avrupalı değerler damgasını vurdu.

Kendi özgün kültürlerini de korumaya çalışmakla birlikte, Türkiye'den Japonya'ya, Balkanlardan Uganda'ya kadar Batı kültür ve teknolojisi yayılmış bulunuyor.

Zengin, güçlü ve ileri olanın daha geride olanlara tarih boyunca yaptığı bir etkidir bu.

Ateşi, tekerleği, hayvanların evcilleştirilmesini toplumlar birbirlerinden öğrenmiş olmalılar. Ateşli silahları, aşıyı, motor teknolojisini birbirlerinden öğrendiklerini biliyoruz.

İKİ TARAFLI BİLGİSİZLİK

Türk yönetimi ve hâkim sınıfları, Batı'dan burjuvazinin damgasını taşıyan kurumları ve yaşam biçimini aldılar. Bu değerler, soylu sınıfın özlemlerine uygundu.

Onların iktidarını pekiştirmeye yarıyordu. Ancak bu değerlerin halk kitlelerinin de aynı derecede işine yaradığı söylenemez.

Bu nedenle, geniş halk kitleleri, kendilerine dayatılan bu değerlere çoğu zaman ilgisiz kaldı, hatta bunların bir kısmına pasif ve aktif biçimde direndi.

Burjuvazi, bu ilgisizliği veya direnişi, kitlelerin cahilliğine yordu. Gerçekte ise ortada açıkça bir sınıf duyusu vardı.

Kitleler, birtakım şeylerin cahilidirler ama kendi sınıflarının çıkarı söz konusu olduğunda yönetici sınıf kadar bilinçlidirler.

Halk kitleleri, nasıl burjuvazinin at oynattığı alanlarda ne kadar bilgisizseler, burjuvazi de emekçilerin ve yoksulların hayatı ve özlemleri konusunda da o kadar, hatta daha fazla bilgisiz ve rahatsızdırlar.

KÖKÜ HALKTA OLAN LAİKLİK

Türk yönetici sınıfları, Batıdan aldıkları değerlere "laiklik" adını vermişlerdir. Laiklik, Batı burjuvazisin Hıristiyan ruhban sınıfının egemenliğine karşı verilen mücadele içinde biçimlenmiştir.

Osmanlı feodal sarayının laik olup olmadığı tartışmalıdır ama halk kitlelerinin laik bir hayat yaşadığı açıktır. Anadolu köylülerinin din devleti istediğine ilişkin hiçbir olay kaydedilmemiştir.

Aksine köylüler, Halifeliği de kullanan merkezî feodallere karşı sayısız ayaklanmalarda bulunmuşladır. İnanç ve ibadet biçimleri ne olursa olsun, çeşitli mezhep mensuplarının günlük yaşamları ve devletten istedikleri arasında bir fark yoktur.

Onlar kendi inanç ve ibadet biçimlerini kendi çocuklarına aktarırlar. İmam veya Dede, köylüler gibi kendi geçim kaynaklarına sahiptir.

Köylüler, çiftçiler, çobanlar ve bunlara benzer emekçi sınıfların mensupları, devletten güvenliklerinin sağlanmasını, ürünlerine uygun fiyat, vergilerin azaltılmasını, yol, su, elektrik gibi alt yapı hizmetlerinin yerine getirilmesini isterler.

Kendi camilerini, kiliselerini, cem evlerini kendileri yapmaya hazırdırlar.

"Kör Allah'a nasıl bakarsa, Allah da öyle bakar." Devletle halk arasındaki ilişkinin formülü budur.

Devlet halkın geçimiyle yakından ilgilenir, onlara geçim araçları, toprak verirse, onları soyguncu ve zorbalardan korursa, halk da devlete, devleti elinde bulunduranlara o kadar yakın yürür.

Ülkede yaşayan farklı kimliklerden insanların gözünün içine baka baka onların çocuklarına da her gün "Türküm" diye yemin ettirmek isteyenler de iki taraflı milliyetçiliği körüklemekten başka bir yapmıyorlar.

Zaten bu yeminin yerini, eğitim programları nedeniyle "Ben Müslümanım" yemini almak üzeredir. Yeminlerden biri milliyetçiliğin, diğeri dinciliğin yeminidir.

Dini, milliyeti ne olursa olsun, halkı birleştirecek olan kararlılık "Ben halkım" sözünde toplanır. Lütfen artık biraz ilerleyelim…

"Halk" dediğimiz kitleler içinde çeşitli sınıflar vardır. Bunların devletten beklentileri arasında bazı farklılıklar bulunsa da tümünün devletten ve siyasi partilerden beklentileri maddidir. İktisadidir.

SERBEST SEÇİMLERİN ÖĞRETTİĞİ

Türk modernleşme tarihi, halka yalnız laikliğin yetmediğini göstermiştir. Serbest seçimlerin öğretmiş olması gereken en önemli gerçek budur.

Bu gerçeğin farkında olmayanlar, yalnız laiklikle iktidar olunabileceğini sanmaya devam ediyorlar.

Laiklikten anlaşılması gereken de Batı'nın yaşam biçimi değil, halk kültürüne dayanan bir yaşam olduğunu vurgulamakta yarar vardır.

Bu gerçeğin gafili bulunan kentsoylular, iktidarı halkın bir parça nabzına dokunan yeni bir zenginler sınıfına kaptırmışlardır.

Taşradan yükselen bu yeni sınıf, tepe tepe kullandığı 19 yıllık iktidarı boyunca, bir din devletinin planını yapmakta, başlangıçta dokundukları o nabzın sahiplerinden ağır bir bedel talep etmektedirler.

Fırsat bu fırsattır diyerek amaçlarını yeni türde bir padişahlık rejimini yerleştirmeye çalışmaktadırlar.

Bu karanlık sonucun hazırlanmasında uzun süre ülkeyi yönetmiş ve ekonomik kaynakları istediği gibi dağıtmış Türk burjuvazisinin ağır bir sorumluluğu vardır.

Bu badireden kurtulmak için, ekonomik kaynakların halk yararına kullanılacağının programını da içeren bir demokrasi cephesi kurmaktan başka çare var mıdır?

Yalnızca laiklik yetmez. Laik bir eşitlikçi düzen ise tadından yenmez…