Güney Afrika’ya misyoner olarak gidip yıllarca kalan Alman psikoterapist Hellinger ülkesine kadim bir bilgiyle dönmüştü. Afrikalı yerlilerin ilkel terapi yöntemlerinden etkilenerek biraz da kendinden birşeyler katarak Hellinger Terapisi’ni (aile dizimi ya da aile sergisi) başarıyla uygulamaya başlamıştı.
Aile dizimini ilk duyduğumda ilginç gelmişti. Üstün körü internette araştırmıştım ama uygulamaya gideceğim aklıma gelmezdi. Aile dizimi yaptırmak isteyen arkadaşım telefonda katılmamı rica edince hemen kabul ettim.
Kısaca sistemi açıklayayım. Bir odada sergi yaptıracak kişinin ölmüş ya da yaşayan farketmez anne-babaları, nene-dedeleri ve kardeşlerini temsilen kişiler bulunuyor ve sergi yaptıracak kişi sırayla anne babasını ve diğer aile fertlerini seçip terapiye başlanıyor. Kişinin hayatında aksak giden ya da tıkanıklık yaşadığı alan üzerinde çalışılıp şifalanma yapılıyor.
Arkadaşımın aile diziminde neneleri- dedeleri, anne babası ölmüştü. Sadece kardeşleri yaşıyordu.
Hepimiz odada daire şekilde dizilmiş sandalyelere oturduk. Terapist, arkadaşımdan kimleri anne babası, kimleri ataları seçmek istediğini sordu.
Babasını pek sevmeyen arkadaşım beni babası olarak seçince biraz bozuldum, yanımdaki arkadaşımı da annesi olarak seçmişti. Neneler, dedeler kardeşler seçildikten sonra terapi başladı.
İlk beş dakika arkadaşın durumunu, yolunda gitmeyen işlerini, hayattan beklentilerini kısaca konuştuk. Daha sonra aile bireylerine sorular sormaya başlandı. Ben pek konuşmak istemiyordum, arkadaşım mahcup bir halde yere bakarak ‘baba sen küçükken beni hiç sevmedin’ dedi. O an babası olduğumu hissettim. ‘Olur mu güzel kızım ben seni hep çok sevdim, hep sana fazla harçlık verdim, hatırlamıyor musun?’deyince ortanca kardeş ağlamaya başladı. Sanki etinden et koparılmışcasına ağlayan arkadaşı diğer kardeşi sakinleştirdi. İşin en garip tarafı yanımda oturan ve anne rolüne seçilmiş olan arkadaşımdan içten içe nefret etmeye başladım. Yanımda oturup haraket ettikçe haraketleri batmaya, nefes alış verişi bile ruhumu daraltmaya yetiyordu. Hem o kadına acıyordum, kolumu omuzuna atıp teselli etmek istiyordum hem de yanımda oturmasına bile tahammül edemiyordum. Ağlayanlar sakinleşince sıra benim hanımım olan arkadaşımla annesi arasındaki diyaloğa geldi. Meğer onların da arasında bir problem varmış ve bu halledilmemiş meselenin etkileri aile dizimi yapan arkadaşın hayatında blokajlar yaratıyormuş.
Aile dizimi bittiğinde arkadaşın atalarından miras olarak kalan sorunu su yüzüne çıktı, hiç de önemli bir sorun değilmiş.
Tüm katılımcılar olarak sandalyelerimizden kalkıp, birer adım geri çekildik ve üstlendiğimiz rollerden çıktık.
Ölmüş kişilerin yerine nasıl geçtiğimiz, onlardan nasıl bilgi aldığımız, arkadaşımın bile bilmediği aile sırlarına nasıl vakıf olduğumuzu sorduğumda, aile dizimini yapan terapist, kollektif bir hafıza olduğunu, bilgilerin bu hafızadan çekilip bilinçlerimize aktarıldığı, hepimizin kuantum dolanıklığıyla birbirimize bağlı olduğumuzu, ayrılmaz bir bütün parçaları olduğumuzu söyledi.
Çıkışta kahve içmek için bir kafeye gittik. Benim hanımım olan arkadaş gelip yanıma oturmaz mı? Aslında o arkadaşımı çok seviyordum ama bir türlü rolden çıkamamış, aynı şekilde onun da rolden çıkamadığını farketmiştim. Benden çekiniyor ama garsonun getirdiği fincanı önüme koyuyor, şeker isteyip istemediğimi soruyor, saçma sapan haraketler yapıyordu. Daha fazla dayanamayıp eve gittim.
Ertesi gün eşim rolündeki arkadaşım beni aradı ve uzun uzun konuştuk, takip eden diğer günlerde de arayınca maalesef arama beni demek zorunda kaldım.
Birkaç hafta sonra tam da bizim hanımdan kurtulmuşken, bu kez bana baba rolünü veren arkadaşım arayıp hem borç para istedi hem de bütün problemlerini uzun uzun anlattı. İstemeden bir arkadaşımın kocası, diğerinin babası olmuştum.
Beni babası olarak gören arkadaşıma borç vermeyi reddetmiştim ama o bir türlü kabul etmiyor vermem gerektiğini söyleyerek beni vicdansızlıkla suçlamıştı. Ben de dayanamayarak babacan bir tavırla ‘artık koskoca kadın olduğunu, kendi ayaklarının üzerinde durması gerektiğini söylemiştim.
Aslında aile dizimi arkadaşıma yaramış, tüm şikayetleri sona ermişti. Hayatta tek memnun olmadığı konu ben ve annesi rolünde olan diğer arkadaşımdı. Hala ergenmiş gibi davranıyor, vay efendim ben ona küçükken bayramda kırmızı papuç almamışım, efendime söyleyeyim ilkokulun ilk günü ağlamasına rağmen onu ördek yavrusu gibi yapayalnız okulda bırakmışım, geceleri hikaye okumamışım da onları söylüyor.
Benim hanım yine iyi, sinir oluyorum ama ilgilenmeyince uzaklaşıyor. Birkaç gün aramıyor. Beni affedince kendiliğinden arayıp barışıyor, elinde kek ile kapıma geliyordu. Uzun uzun gözlerime bakıyor, evimi temizliyor, ütülerimi yapıp akşama evine geri dönüyordu. Evdeki eşyaların yeri değiştikçe ev ahalisi şikayetçi olmaya başladı.
Erkekleri anlamaya başlamıştım, kadınlarla uğraşmak gerçekten zormuş. Yok ayakkabısı ayağına vurmuşmuş, ertesi gün başı ağrıyormuş, hep o arıyormuş, ben onlarla hiç ilgilenmiyormuşum. Küsüp gidince benim kafa rahat, birkaç gün dırdırsız yaşıyorum ama iş barışmaya gelince ikisini de pek şımartmamaya çalıştım.Ne de olsa kadın milletine yüz vermeye gelmezdi. Hemen dırdıra, vırvıra başlıyorlar, incir çekirdeğini doldurmayacak meselelerden kavga çıkarıyorlardı.
Bu üçlü, karmaşık aile trajedisi bir türlü bitmek bilmedi. Kendi hayatımın yanında paralel bir hayat istemiyordum. Sonunda bir cafede buluşup, hiç istemesek de, ne olursa olsun görüşmeme kararı aldık. Ayrılık kararını verirken onlar çok ağladı, en azından iki üç ay görüşmeyelim dediler, ailenin babası olarak otoritemi konuşturup kabul etmedim. Aile dizimi safsatası benden çok sevdiğim iki arkadaşımı almıştı.
gün içimde koskocaman bir boşlukla evime döndüm. Sanıyorum bir buçuk saat kadar camın önünde, bana ait olmayan ama ruhuma yük olmuş hatıraları düşünerek, sislerin arasından hiçliği izledim. Üzüntüden ne yapacağımı bilemeyip, çaresizce şükür namazı kıldım.