Onun adı ölüm...

O, paranızın ve gücünüzün yetmediği ve karşısında çaresiz kaldığınız en yüce yitiş...

Bu dünyada hummalı bir telaş içerisinde sürdürdüğünüz varlığınızı, nefesinizi keserek sükunete erdiren, kudretli bir son...

İncitmeye kıyamadığınız sevdiklerinizi, ellerinizle teslim ettiğiniz ve fani olduğunuzu suratınıza çarparcasına hatırlatan o en güçlü nihayet...

Hani o yüzü soğuktur denilen ve Allah gecinden versin diyerek ötelemeye çalıştığımız ebediyetimiz…

Kimine göre panik ataklara bile dönüşebilen bir korku, kimine göre ise bu dünyanın zorluğuna ve acılara dayanamıyor olmanın en son çaresi...

Kimse anlamaz onun neden geldiğini ve O sürekli sorgulanır. Neden, neden?

Ölümsüzlük bulunsaydı da ölüm olmasaydının arkasına sığınılan en büyük bilinmezliktir O...

Sevdiklerimizi ebediyete dualarla uğurlarken, bir gün sıranın bize geleceğini bildiğimiz ama ne kendimize ne de yakınlarımıza bir türlü yakıştıramadığımız o meçhule yolculuk…

O, 'Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden. Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden' dizelerinde hayat bulmuş Yahya Kemal’in ‘Sessiz Gemi’si... 

 Kimilerine göre O, mutlak anlamda bir yokluk ve adı bile anılmayarak,  kaçmaya çalışılandır.

Oysa ki O, karanlıktan aydınlığa geçiştir.

Bedenin içine sıkıştırılmış ruhumuzun özgür kalışıdır..

Ruhun yükünün hafiflediği huzura erdiren en ulvi sondur...

Bütün bu bilinmezliğe, çaresizliğe ve hakkındaki tüm soru işaretlerine, Büyük Üstad Necip Fazıl Kısakürek son noktayı koymuş, şu harika dizelerle:

'Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?...'


O güzel insana, Peygamber Efendimize bile layık görülmüş bu en büyük hakikatte, atacağımız her adımda, yaptığımız her işte olması gerektiği gibi tek bir şey dileyelim.

Hakkımızda her şeyin hayırlısı, ölümün bile…